“Bilinçlenmeye başladığımız çocukluk günlerinden bugüne değin biriktirdiğimiz tüm anıların, seslerin, yüzlerin üzerimizde etkili olduğuna inanıyorum. Bunların albüme yansıması, karar verilmiş, hesaplanmış bir durum da değildi.”
“Her yerde saç var” diyen o yarı bıkkın, yarı isyankar sesin, dinleyenler için uzun süre anonim kalamayacağı açıktı. Genele hâkim bir sükût hali, su gibi berrak yükselişler ve abartısız hüzne eşlik etmekten geri duramayan bir muzip sorgulamaydı Kalben’de ilk duyduklarım. “Haydi Söyle”ye kendi üslubunu katıp, arabesk kelimesini duyduğunda bile kulağı kapananlara, yorumun ve düzenlemenin dönüştürücü gücünü hatırlatıyordu. İlk kez bir market otoparkında kitlelere ulaşmış, Sofar İstanbul’la yankısını büyütmüş, tevazuya doygun, güler yüzlü ilgisi sonsuz genç ozan Kalben’le müzik, edebiyat ve üretmek üzerine konuştuk.
İlk şarkılarınızda, söze otobiyografik bir giriş yaptınız. Edebiyatta da çok konuşulur ya bu, ilk eseri, yazarın hayatından daha belirgin izler taşır… Yazdığınız sözlerdeki “yazdıklarım ve hayatım” ilişkisini konuşarak başlayalım mı?
Bilinçlenmeye başladığımız çocukluk günlerinden bugüne değin biriktirdiğimiz tüm anıların, seslerin, yüzlerin üzerimizde etkili olduğuna inanıyorum. Üretim biçimleri deneyimden bağımsız olabilir ama benim için, ilk albümde öyle olmadı. Karar verilmiş, hesaplanmış bir durum değildi. Müzik, geldiği gibi ortaya çıktı ve ona sahip çıkan, onu korumak isteyen bir kitleyle buluştu. Şimdi, benim anılarımdan ve benden de ötede bir yerlere yolculuk ediyoruz.
Anı demişken, yüksek lisans teziniz çeşitli duygu ve durumlara dokunan bir konu üzerineymiş: “Yadigar” ya da “anı yaratmanın ve saklamanın anlamları, uygulamaları ve yöntemleri”. Şarkılarınızda duygular özellikle objeler, “şeyler” üzerinden ifade buluyor gibi…
Bir şeyler alabilmek için zamanımızı, emeğimizi ipotek ediyoruz. Tüketim nesnelerimizi tasarlıyor, paketliyor ve pazarlıyoruz. Eşyaya bağlılığımızı görmezden gelebiliyoruz. Ben itiraf ediyorum: Kaybetmek istemediğim eşyalarım var. İnsanların izlerini saklayan eşyalar bunlar. Dedemden, annemden, sevdiğim bir arkadaşımdan, Ali’den… Dilerim herkesin hayatında parayla takas etmeyeceği, kaybetmemek için hafızasını zorlayacağı ve de baktığında, dokunduğunda bir hissi yeniden yaşayabileceği objeler olsun. Ve elbette objelerden önce insanlar, o insanlarla harika hatıralar olsun.
Söyleşilerinizden birinde, “mutlu gün”e getirdiğiniz tanımlardan biri şu: “Hiçbir kanunun, ülkenin, düzenin elimizden alamadığı, bize satılmamış bir gün.” Bu ya da buna en yakın günler, sizin için hangileri?
Ali’yle uyanıp kahvaltı ettikten sonra, kahve eşliğinde yapacaklarımızı düşünüyoruz son günlerde. Müzikle ilgili düşünüyoruz, sonra konserler ve provalar arasında kayboluyoruz. Dostlarla görüşüyoruz. Başka illerde olsalar bile ayda bir kere görüşmeye çalışıyoruz ve başarınca mutlu oluyoruz. Ailemizle daha sık iletişim kuruyoruz. O mutlu gün, zaten her günün içinde var da, ortaya çıkarmak için çabalamak gerekli. İyi olana, güzel olana, insana ve evrenin kibirsiz ihtişamına odaklanmak gerekli. Hepimiz için günlerimiz bu çabaya değer olsun, dilerim.
“Evrenin kibirsiz ihtişamı,” tam da çocuklara öykü anlatmayı seven birinden duymayı bekleyebileceğim bir cümle. Metin yazarlığı döneminizde Lulu’nun Maceraları kitaplarını yazdınız. Sonra müzik geldi, Lulu ve diğerleri kendilerini geri çekti. Edebiyatın yine yeri olacak mı durduğunuz bu yeni, müzikli yerde?
Biz albümü kaydederken Lulu da okula başladı (gülüşmeler). Lulu’nun Maceraları serisini üçüncü bir kitapla noktalamayı düşünüyorum sonbaharda. İçimden gelen metinlerin bende her zaman yeri olacak. Hayallerim arasında düzenli olarak yazabildiğim, hem disiplinli hem keyifli bir dönem yaşamak da var.
Bu aralar müziğinize, yaşadıklarınıza hangi yazarlar, kitaplar eşlik ediyor?
Leylâ Erbil, Sabahattin Ali, Metin Eloğlu, Patti Smith okuyorum.
Müziğinizi sevmiş eleştirmenlerden birinde okuduğumu hatırlıyorum, “Kendisine özgü bir edebi metin oluşturmuş, elinde gitarıyla Beat kuşağı sayfaları arasından sesleniyor,” diyordu sizin için…
Beat Kuşağı köklenmekle değil, kendini ve dünyayı bulmakla ilgili gelmiştir bana; okuduğum metinlerde de, dönemin müziğinde de bunu gördüm. Kimseye zararı olmayan serserilerin yaşamakla ilgili düşüncelerine, sevme biçimlerine ve yollara dair iddiasız çığlıklar attıkları bir dildi bu… Etkilenecek kadar içine girmedim ve okumadım; ama uzaktan da olsa, severim.
“Kalabalıkta müzik var,” diyorsunuz. Kalabalıklar bazen çok acı öyküler de anlatıyor; şu ara ekseriyetle adaletsizliği… Bu sizin müziğinizi etkiliyor mu?
“Kızgınlıklarım beni ele geçirmesin,” çabasındayım bir süredir. Korumak istiyorum, fırtınası utangaç sükûnetimi. İnsanın kendi içinde bir bütünlük kurması, kendisinden her an emin olması ve yaptıklarından şüphe etmeden yaşaması zor. Başkalarıyla şarkılar paylaştığımız ve artık birbirimiz için “başkaları” olmaktan çıktığımız bu yolda içimden ne geliyorsa yapmak -tembellikse tembellik, üretkenlikse üretkenlik, sadelikse sadelik, karmaşaysa karmaşa- istiyorum. Birine yanıt vereceksem, veriyorum. Zamanım yoksa, yok. Müzik, özgür olmakla ve sevmekle ilgiliydi her zaman. O bağ öyle kalsın. Çok düşünmüyorum dengeyi. Sakin ve kalender olabilirsem, ne mutlu, diyorum.
Barışamayanların ülkesinde, ne iyi geliyor bunu duymak. Siz ve dostlarınız, keyifle ve kavgasız geldiniz, böyle de devam eder misiniz yola? Böyle devam etmek isteyenlere de, “Biz yaptık, işe yaradı” der misiniz?
Müziğin içinde aşk var, dostluk var, yeni kazandığım arkadaşlar var, eskiden kıymetini veremediğim harika insanlar var, ağaçlar ve sokaklar var. İller ve konserler var. Binlerce pırıl pırıl yüz var. Sesler var. Tüm bunlara zarar vermiş olurum ahmaklık edersem. Geç kalabilirim, sahnede belli etmemem gereken şeyleri belli edebilirim, hata yapabilirim, kızabilirim, düşebilirim ama ahmaklık edemem. Yani, kalp kıramam. Sanırım kurmak için el ele uğraştığımız ailemizin temelinde, kalp kırmamak var. Herkes birbirine özenli davranıyor. Herkes sevdiği şeyleri yapıyor. Aklıma düşen habis fikirleri hemen paylaşırım ben. Ne söyleyeceksem Nancy Sinatra, “Bang Bang” misali söyleyiveririm. Öyle insanlarla da çevrelenmek istemişimdir ve şanslıyım ki, içindekini söyleyebilen, pasif agresif oyunlarla zaman kaybetmeyen, sevgi temelinden yükselen insanlar var yanımda. Tavsiye vermek bana göre değil, kısaca durumu anlatmaya çalıştım bu sebeple.
Mehmet Erkurt
Kaynak: www.sabitfikir.com
Hiç yorum yok