Şair Ahmet Erhan: Kimseye yaranamadım | İlk Nüsha
1429
post-template-default,single,single-post,postid-1429,single-format-standard,woocommerce-no-js,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_outside_paspartu,qode_grid_1200,side_area_uncovered_from_content,columns-4,qode-child-theme-ver-1.0.0,qode-theme-ver-17.0,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.5,vc_responsive

Şair Ahmet Erhan: Kimseye yaranamadım

Ahmet Erhan, toplumcu şiir geleneğinin etkili isimlerinden biri. ‘Sağcılara da solculara da yaranamadım, ama seven sevdi…’ diye anıyor geçmişi. Bugün ise ‘Şu an ölmeye niyetim yok, babamın öldüğü yaşa az kalsa da’ diyor

Şair Ahmet Erhan’la onun bir şiirini besteleyen Teoman konuştu

Anne ben geldim, ağdaki balık
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın…

İSTANBUL – Yıllar önce Express dergisinde; Haydar Ergülen kimi zaman şiiri odak alan, kimi zaman da bir temayı şiirle bezeyen çok güzel yazılar yazardı. Onlardan birinde rastlamıştım ‘Oğul’ şiirine Ahmet Erhan’ın. Şiire vuruldum ve sonrasında 1996 senesininkışını ‘Oğul’ ile geçirdim.

Türlü çilelerle telefonunu buldum ve heyecanla aradım Ahmet Erhan’ı, bestelediğim şiirini kaydederken izin istemek için. “Senindir şiirim” dedi ve bir şeycik istedi sadece: “Albümünde şarkı sözü değil şiir yaz ‘Oğul’ için, eğer adımı yazacaksan.”

Geçen 10 yıl boyunca hiç yüz yüze gelmedik, birkaç kez telefonla konuştuk. Bu röportaj teklifi geldiğinde de benim adımı söylemiş, konuşmak istediği kişi olarak. Ne güzel bir şey benim için!
Şiirlerinden çıkardığım ya da onunla ilgili bilmeden hayal ettiğim şeylerden sorular yaptım, ‘annesini, babasını, incir ağaçlarını, Galatasaray’ı ve arkadaş ölümlerini’ sordum ona. Bir de ‘yaprakların birer namlu olup içlerinden çıkan kurşunlarla birkaç saniye içinde ölmüş olan insanları’ ya da ‘düşen gövdenin elinden dışarı fırlamış kesekâğıtlarından yere saçılmış portakalları, okunmaktan çıktığı gün eskimiş kıvrık bir gazetenin üstüne damlayan kanları.’
Ahmet Erhan; ben daha fazla aranıza girmeden sizlerle…

12 Eylül şairi dediler bana. Oysa, o şiirlerin hepsi darbeden önce yazılmıştı, içeriden bir eleştiriydi. Solculara da, sağcılara da yaranamadım; ama sevenler sevdi. Açıkçası o kitaba bakınca ona uzakmışım gibi… Şu an bana çok acemice geliyor 16- 17 yaşında yazdığım ilk kitabım. Ama alçakgönüllülük de etmeyeyim, kuşağım o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder, benim kuşağım vefalı kuşaktır.

Kuşağım, acılı kuşağım acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak kimselere nasip olmadı.
Zaten, Haydar (Ergülen) veya sayamayacağım kadar şairle hiçbir zaman, hiçbir sorunum olmamıştır benim şiirsel anlamda. Ama şu anda ‘Edebiyatçılar Derneği’ Başkanı olan kişi, neredeyse küfür diyebileceğim şeyler yazdı kitabım hakkında. Halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, yazdıkları… Mahremiyetidir. Ayrıca, arabesk şair de derler bana, ben de övgü olarak alırım bunu. Müslüm’e de bayılırım, Orhan’a da…

…ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık ‘drink’ alsam
Yetmiş altı yılında, bir haziran ayazında alkolden öldü babam
bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum
o gün bu gündür camlarımda bir buğu…

Herkes beni ‘anneci’ sanır. Ben aslında ‘babacı’yımdır. Aydın bir insandı, Türkiye İşçi Partisi Aybar kanadından. Beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. Öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. Şimdiki yaşım (49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana. Ama şu an ölmeye niyetim yok. Babamın yaşı 51’i geçmeye çalışıyorum… ‘babamın öldüğüyaş’a az kaldı yani!

Yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
kirlenmemek için kendini alkolde saklar…

…Gece lisesinde okudum, babamın ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalıştım. Gündüz çay ocağında çalışır, akşam derste uyurdum. Bir gün solcular kapıyı tekmeyle açıp bir arkadaşımızı çağırdılar dışarı. Öğretmen pencerenin yanına kaçtı… Sağcıymış çocuk, vuracaklar. Ben sınıf sorumlusuyum, önüne geçiyorum onun ve “Hayır” diyorum, “Benim sınıfımdan adam alamazsınız.” Ama sonrasında ona da, “Arkadaş okulu bırak” diyorum, “Her zaman ben olmayacağım ki yanında.”

…Yedi kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. İlginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapması. Halbuki hiçbir zaman eline silah değmemiş adamlardanım! Bir gece dere yatağından eve dönerken sağcılar çevirdi, üzerimde parka, içinde de bir sürü bildiri. Hepimizin ‘Deniz Gezmiş’ olduğu zamanlar! Benim sınıfta kurtardığım çocuk çıktı aralarından şansıma, “Kimse dokunmasın

ona” dedi. Yoksa nalları dikmiştim.
Üçüncü ayakta ‘rüzgârın kızı’ yine gelmeyecekti
ganyanım tökezlemiş ve hayatım buruşuk bir resim olarak hatırlanacaktı.

…At yarışı, biraz da beni yaşatan şeylerden biridir. Ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı. Babam demir-çelik işiyle uğraşırdı. Sonra ne olduysa battı, Adana’ya gittiğimiz sıralarda. Yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. Atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. At yarışı da oynarım cüzi miktarlarda, genellikle de kaybederim.

Benim hiç silahım olmadı Mayakovski gibi
tutup bir gece yarısı alnıma dayayacağım
ne de James Dean gibi bir otomobilim var
önüme çıkan ilk kamyona vuracağım.

Hiç intiharı düşünmedim ben. Ama diyeceksin ki, insan yaşayarak da intihar eder. O konuda biraz hızlı koştum. Bundan sonra da frene bassam ne olacak ki? Şu andaki durum; uçurumdan atlamışsın, havadasın, düşmemişsin ama! Hayat tökezlemelerle geçti de, hâlâ düşmedim, değmedim yere.

Kalbim sen hâlâ burada mısın?
şol bedende, gurbette mi, sılada mısın?
alkol, taşikardi, panik atak
maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak.
kalbim, sen hâlâ burada mısın?

Panik atakla ilgili doktorum terapi tavsiye etti. Ben dedim ki, her gün terapi yapıyorum şiir yazarak, yine de hastalığı atlatabilmiş değilim.

İpsiz ruhum, sarsak, serseri
otobanlarda sırtında heybesiyle
cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
durdun bir yerde, çağını bekliyorsun.

Son dizesi önemlidir bu şiirin. Sanki o dize için yazılmış gibi… Biraz Amerikanvari bulundu. Öyle düşünenler ya sonradan haksız çıkmış olmalılar ya da gerçekten her yer ‘Amerika’ oldu. Eskiden yol kenarlarında şarap içerdi insanlar, artık otobanlar var; eskiden koltuk meyhaneleri vardı, şimdi barlar. Çağını bekliyorsun gelsin diye. Gelince de bir sürü belayla karşılaşıyorsun. Acısını çekiyorum, haklı çıkmanın acısını… ‘alacakaranlık…’ta anlattıklarımın doğru çıkışını yaşadım, Sivas’ı yaşadım.

Adana Demirspor’da Fatih Terim’le aynı takımda
epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde
Fatih Galatasaray’a doğru deplase oldu, sense şiire
kesilmiş bir süt kadar buruk
yıllar kaldı arkada ve önde

Futbol ilk gençliğimin en büyük tutkusuydu. Allahaşkına söyler misiniz, ne var yurtdışında şu son yıllarda Türkiye’yi gerçekten sevindiren Galatasaray dışında? Bunu Galatasaraylı olduğum için söylemiyorum. Fener şampiyon bu sene ve kutluyorum, ama bence futbolu, göze hoş gelen oyunu Galatasaray oynadı. Yabancı takımlardan İnter’i severim. Adı güzel bir kere! Real Madrid’den nefret ederim, Franco kurmuştur bu takımı.

…Adanademirspor’da oynardım futbol. Adıyaman’ın sağ beki kaval kemiğime bir girişti, kırıldı kemiğim. Benim de küsme huylarım vardır, sonuçta futbola küstüm ben. Hatta şu anda sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibiyim, hatta her kitapta şiiri bırakıyorum. Çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair, o kadar çok soytarı var ki… O kadar çok dergi, O kadar çok dedikodu…. O kadar çok!

…Beni besleyen aslında romanlardır. Rus edebiyatı, özellikle de Dostoyevski….Ve Fransız edebiyatı. Ortaokulda kitaplık kolunda, tüm kitaplardan sorumluyum. Bir gün babam, “Oğlum benim gözlerim görmüyor, bana geceleri kitap okur musun?” dedi. Ciltlerce kitap okudum ona, Dostoyevskiler, klasikler… Aslında derdi bana kitap okutmakmış. Onu küçücük puntolu bir gazete okurken yakaladım sonra. Bu ülkenin genç insanları halklarına ölerek yaklaşmak istemiyorlar!
Şu anda ülkenin durumunu çok daha karanlık görüyorum. Laiklik, milliyetçilik, bölücülük gibi kalıplar üzerine düşünmeden hem de. Ama aslında kafam karışık bu konularda. Ben azınlık psikolojisine sahibim, bir ‘Türk’ olarak hem de. Babam bir gün bana, “Bildiğin her şeyi unut, ama ‘cumhuriyet çocuğu’ olduğunu unutma” demişti. Vasiyeti kabul ederim bunu. Ama laik kesimin de bir fanus içinde olduğunu, çıkması gerektiğini düşünüyorum. “Bir şairin hayatı tanımaması” gibi bir şey onların yaptığı. Ayrıca biraz elimizi vicdanımıza koyalım; iktidar partisinin her yaptığı da kötü değil ki. Ama onlar da her iktidarın yaptığını yapıp kadrolaştı.

Türkiye’de hiçbir kesim bir bütün değil. Belki bir tek MHP var ve onlar konuşmuyor, ama geliyorlar da! Milliyetçilik yükseliyor burada, oysa tam tersinin olması gerekirdi; yurtseverlik yükselmeliydi… İşçi sınıfı diye bir şey artık yok Türkiye’de. Eskiden sendikalizm açısından var gibiydi, DİSK gerçekten DİSK’ti, devrimciydi. 80 öncesinde düşmanınızı biliyordunuz. Bu çok önemlidir savaşta. Şu anda düşmanımı da bilmiyorum, dostumu da… Bir vatandaş olarak, “Bir tehlike gelecek, ama nereden?” diye düşünüyorum. Tehlike var! Kapkaç olayları, maçlardaki rezaletler… Oyun

oynamayı bile bilmiyoruz. Oyun olmayınca da, hiçbir şey olmaz bence hayatta…
20. yüzyılın sonbaharında TC’ye bir şeyler oluyor
bildiğim bütün hastalık terimlerini sıralıyorum:
Menopoz, anksiyete, andropoz ve ABD

‘Sivas’ olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. Ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. Orada ölenler 37 kişiyse 30’unu tanıyordum. Sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da… Onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık. Milliyetçilik yükseliyor ama ben de sinir oluyorum Amerika ile Avrupa’ya. Karikatür krizi çıktığında da insanların inançlarıyla fazla oynandığını düşündüm. İnsani yönden de, politik yönden de katılmıyorum olanlara. Her şeyin bir sınırı var, oyunu oynayalım ama güzel oynayalım… Temiz olsun. Daha ilk başta birbirimizin ‘kaval kemiği’ne girişmeyelim. O kadar uzlaşma noktamız varken hem de.

Sol birleşecekmiş! Birleşse ne olur! Ama mecburen oy vereceğim oraya doğru. Valla saplantılarım beni yönetiyor bu konuda. Deminden beri ‘hakkaniyet’ten bahsediyoruz ama, oy verişim hak etmeyene doğru olacak. Ne yazık, bazen kalbime altı tane ok batıyor.

“bu şiir burda biter.”

RADİKAL / KÜLTÜR

 

Kaynakwww.siirakademisi.com

Hiç yorum yok

Yorum yapın