“Popülerlik, ancak kendini tekrar ettiğin sürece mümkün.” | İlk Nüsha
1414
post-template-default,single,single-post,postid-1414,single-format-standard,woocommerce-no-js,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_outside_paspartu,qode_grid_1200,side_area_uncovered_from_content,columns-4,qode-child-theme-ver-1.0.0,qode-theme-ver-17.0,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.5,vc_responsive

“Popülerlik, ancak kendini tekrar ettiğin sürece mümkün.”

Dergiler, şiirler, öyküler, romanlar derken farklı türlerde eserleriyle karşılaştığımız Altay Öktem, kalem oynattığı her türü de farklı içerik ve üsluplarla deşmeye, çeşitlendirmeye devam ediyor. Esen Kitap etiketiyle yayımlanan “O Adam Babamdı” adlı son romanı sözgelimi… Hem yazarın diğer kitaplarından, hem de yerli edebiyattaki muadillerinden epey farklı bir iş. Altı yılda yazdığı bu romanı üzerinden Altay Abi ile verimli bir röportaj gerçekleştirdik. Derin bir nefes alıp röportajı, çok daha derinlerini alıp romanı okumanız dileğiyle…

“Popülerlik, ancak kendini tekrar ettiğin sürece mümkün.”

Doğrudan en son romanın olan “O Adam Babamdı” ile başlamak isterim abi. Altay Öktem külliyatında hem dil, hem içerik olarak farklı bir eser. Neden böyle bir karakter ve roman yazmak istedin?

O Adam Babamdı, altı yıl önce yazmaya başladığım bir roman. Aslında, romanın kurgusundan çok Haydar Bey karakteri beni cezbetti, bir anlamda ruhumu ele geçirdi. Türk edebiyatında rastlamadığımız, pek çok açıdan farklı bir karakterdi Haydar Bey ve romanı yazma sürecinde neredeyse onunla yattım, onunla kalktım. O Adam Babam romanı gittikçe bir karakter romanına dönüşmeye başladı ve ben de yazma serüvenimi kendi akışına bıraktım, Haydar Bey karakteri üzerine yoğunlaştım. Dil, Haydar Bey’in diliydi, ben de ona uydum. Hem romanın dili, hem de kurgusu beni farklı bir serüvene yöneltti, o yüzden acele etmedim, altı yıl boyunca sözcük sözcük işleyerek tamamladım bu romanı.

Bu soruya bağlı olarak tüm yazarlığını genelleyen bir soru sormak istiyorum: Alışılagelen üsluptan ve içerikten çıkmak özel bir tercih mi, kendiliğinden gelen bir durum mu ve zorlukları oldu mu senin için?

Bu soruya vereceğim cevap, beni tehlikeli bir platforma taşıyor. Ama dürüst olmak zorundayım. Ben, bir yazarın sürekli kendini aşmak zorunda olduğunu, kendini tekrar etmenin ölümcül bir hata olduğunu düşünüyorum. Şiirlerimi, öykülerimi,denemelerimi bir tarafa bırakın; şu ana kadar yayımlanmış dört romanım var ve hepsi de hem dil, hem tür, hem de kurgu açısından birbirinden tamamen farklı. Tehlike şurada: Popülerlik, ancak kendini tekrar ettiğin sürece mümkün. Popüler yazarlara bakın, aynı dil ve kurguyu tekrar ediyorlar sadece. Çünkü okur da bunu bekliyor. Okur, farklılığa tahammül edemez. Benim yaptığım, bu anlamda riskli bir şey. Okuru sürekli şaşırtıyorum ve kendi yazarlık serüvenimi riske atıyorum. Ama başka türlüsü mümkün değil benim için. Yazdığım şey benim için tükeniyor ve ben başka bir arayışa giriyorum. Aynı okuru koruyayım da arttırayım diye kendimi tekrar etmek, her şeyden önce edebiyata hakaret gibi geliyor bana. Riskli bir iş yaptığımın farkındayım. Ama başka türlüsü de elimden gelmiyor. Kendimi tekrar edemiyorum.

“Katili değil, katilin izini sürerek farklı psikolojik ve toplumsal defektleri bulmaya çalışıyoruz.”

Romana başlarken ve bitirdikten sonraki Altay Öktem’in, romana ve karaktere bakışı arasında neler değişti? Önceki kitaplarla arasında bir duygu-durum farklılığı oldu mu?

Olmaz mı? Her şeyden önce, O Adam Babamdı, diğer kitaplarımın hepsinden farklı. Haydar Bey, benim hayatımda şu ana dek olmayan, farklı bir karakter. Yazma süreci içinde, yüreğimin kaldırmadığı, Haydar Bey’e yabancılaştığım, kızdığım, hatta nefret ettiğim dönemler oldu. O sahneler, okurun da hızla okuyup geçtiği, bir an önce bitirmeye çalıştığı bölümleri kitabın. Oldukça rahatsız edici ve sert. Ama bir o kadar da gerçek. Yine de Haydar Bey çok naif, çok saf haliyle ortaya çıkıyor bir anda, kendini sevdiriyor. Empati duyduğumuz bir seri katil oluveriyor. Benim duygu durumum altüst oldu yazarken; okurunki ne olur, bilemiyorum. Umarım ruhsal travma yaşamazlar.

Polisiye bir roman yazma amacı gütmediğin izlenimi veriyor. Polisleri işin içine çok fazla sokmamış olman özel bir tercih miydi? Karakter romanından polisiyeye çevirmek istedin mi yazma aşamasında?

Bu roman bir yanıyla polisiye, bir yanıyla psikolojik gerilim sayılabilir. Ben, yazarken bir tür belirleyip ona bağlı kalmaya çalışmadım. Polis, gerektiği zaman işin içine girdi; ıslahevi, akıl hastanesi gerektiği yerde, gerektiği oranda girdi. Alışıldık bir polisiye değil. Katil daha romanın başında belli. O anlamda bir merak unsuru yok. Aksine, katili bulmaya değil, katilin izini sürerek farklı psikolojik ve toplumsal defektleri bulmaya çalışıyoruz. Ya da, biz bulmaya çalışmasak da onlar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Belki sürekli bir gerilim var roman boyunca ama meraktan kaynaklanan bir gerilim değil bu.

Beğenilen bir eser için “Devamını bekliyoruz” klişesine girmek istemem lakin bir şeyler tamamen sonlanmamış gibi. Bunu bir eksi değil artı olarak söylüyorum. Sanki karakter Haydar Bey ile kurulan duygusal bir bağ var gibi. Bu seziyi Haydar Bey’in hikayesinin bitmemiş olduğu şeklinde yorumlamak doğru olur mu?

İyi olan hiçbir şey bitmiyor aslında bu hayatta. Bu yüzden, bu tespitini önemsiyorum. Aslında Haydar Bey’in hikayesi bitiyor ama benim, yani Haydar Bey’in oğlunun hikayesi yeni başlıyor duygusu var kitabın sonunda. Bunu bilinçli olarak yapmadım ama sanki devamı gelebilecek gibi de algılanabilir bu kurgu. Ben de roman bittikten sonra fark ettim bunu. Belki devam edebilir. Ama kendimi tanıyorum; bu iş tuttu, diye düşünüp devam ettiremem. O zaman kendime, kendi yazarlık serüvenime ihanet etmiş olurum. Eğer zihnimde sona ermemişse bu hikâye, devam ederse, ben de oturup devamını yazarım. Çaresizce yazarım. Zihnimde devam etmiyorsa, bitmiş demektir.

Yılmaz Başar Babür imzası taşıyan bir tanıtım filmi çekildi. Teaser’lı kitapların revaçta olmaya başladığı bir dönemde bu sürecin nasıl ilerlediğini merak ediyorum. Filmi hazırlamak ne kadar sürdü, daha detaylı kostümler ve dekorlar sizi ne kadar zorladı, bahsedebilir misin biraz?

Yılmaz Başar Babür, çok başarılı işlere imza atan, bu alanda önemli bir isim. Bu kitabı anlayabilecek, hissedebilecek ve onu bir filme dönüştürebilecek tek isimdi bana göre. Çok başarılı bir iş çıkardı. Bir dakikalık bir teaser yaptı. Gerçekten de “bir dakika!” dedi insanlara. Bu bir dakikada, kitabın heyecanını, akışını, gerilimini, hızını eksiksiz verebildi. Kitaptaki bütün ayrıntılar; Saatli Maarif Takvimi yapraklarından eflatun bikiniye, Müberra’nın tırnak makasıyla oyulmuş gözlerinden cam parçasıyla bedeninden ayrılmış kafasına, Haydar Bey’in evrak çantasına, kedisi Sacide’ye kadar her şey, eksiksiz olarak kullanılmış bu teaser’da. Yılmaz Başar Babür, bu bir dakikalık teaser için toplam 12 saat çekim yaptı. Kitap bir yana, bu teaser da kendi alanında bir ilk oldu.

Kapakta da Bahadır Baruter imzası var. Kitap için özel bir çizim miydi?

Eğer bu kitap için özel yapılmış bir çizim olsaydı bile, sanıyorum kitabın içeriğine, karakterine bu kadar denk düşmezdi. Bahadır Baruter’in eski bir çizimi o. Sevgili dostum, arkadaşım Bahadır’ın işlerinden birine yer vermek istedim kapakta. O da büyük bir incelik gösterip kabul etti. Bu çizime rastlayınca büyük bir şaşkınlık yaşadım. Sanki Haydar Bey’i önceden tanımış, birebir onu çizmişti. Haydar Bey bir yana, sanki beni çizmişti Bahadır. Tuhaf ama bana, romanda babam olan Haydar Bey’i de tıpatıp yansıtıyordu bu çizim. Kapağı Mazhar Bilgiç yaptı. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Hem Bahadır Baruter’in çizimi, hem Mazhar’ın tasarımı, hayal bile edemeyeceğim derecede kitabın içeriğini yansıtan bir kapağın meydana gelmesini sağladı.

“Türk toplumu, kriminal bir toplum.”

Haydar Bey’i oluştururken onun unsurlarını (kedisi, bikinisi vesaire) en baştan oluşturmuş muydunuz yoksa yoldayken oluşan bir kahraman mı Haydar Bey?

Romanı yazmaya başladığımda her yönüyle taslağını oluşturduğum bir Haydar Bey karakteri yoktu. Yazım serüveni içinde Haydar Bey kendiliğinden oluştu. Hatta beni de şaşkınlığa sürükleyen bir karakter oldu. Bu kadarını ben de beklemiyordum.

Kendi romanımdan yola çıkarak tedirgin olduğum bir konuyu sana da sormak isterim: Yazma aşamasındayken kadın cinayetleri ya da hayvan cinayetleri gibi konuları yazmak tedirgin etti mi? “Yahu bu sadece kurgu” diyerek muhtemel tepkilere verilecek cevabı yeterli görüp görmediğini, “Türkiye’de yazar olmak” mevzusu açısından merak ediyorum.

Açık söyleyeyim: Tedirgin etmedi. Biz, toplum olarak gözümüzü kapamaya eğilimliyiz. Kadın cinayetleri, hayvan cinayetleri, çocuk cinayetleri bu toplumun bir parçası. Hatta şunu rahatlıkla iddia edebilirim: Haydar Bey çok uç, çok ekstrem bir örnek gibi görülebilir sıradan okura. Oysa Haydar Bey, eğer dikkatli bakarsak, hayatımızın bir parçası. Akrabalarımız, arkadaşlarımız arasında böyle tipler çok. Bir adım daha ileri gidip şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Türk toplumu, kriminal bir toplum. Sadece bunu saklamak, yokmuş gibi davranmak konusunda ustaca bir ikiyüzlülük sergiliyoruz.

Koray Sarıdoğan

Kaynak: www.kalemkahveklavye.com

Hiç yorum yok

Yorum yapın