Faretin | İlk Nüsha
1364
post-template-default,single,single-post,postid-1364,single-format-standard,woocommerce-no-js,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_outside_paspartu,qode_grid_1200,side_area_uncovered_from_content,columns-4,qode-child-theme-ver-1.0.0,qode-theme-ver-17.0,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.5,vc_responsive

Faretin

Adını Faretin koymuşlardı. Kütük Restoran’da mezesiz içki sofralarının davetsiz misafirlerinden biriydi. Soyunun yeryüzüne düşmesinden bu yana düşmalarına karşı kullandığı en gelişmiş silahı olan koku alma yetisini, alkol kokusuna karşı öncelikle kullanıyor ve bundan büyük bir haz duyuyordu. Bu koku onda alışkanlık yapmıştı. Şimdilerde aldığı kokuların başında, onsuz bir gün bile yapamayacağı –o gün bahtına hangisi çıkarsa- göztaşı veya kireçle yaşlandırılmış köpek öldüren kokusu geliyordu. Önceleri, damağından benliğine huzur vererek damarlarından yavaş yavaş vücuduna yayılan bu sıvı, şimdilerde anlamsızca harcadığı günlerinin üzerinde ağır ve acımasız egemenliğini kurmuştu.

Nereden ve ne zaman yer üstüne çıkacağı belli değildi. Güneşin, köyün arka tepelerinin ardında kendini kaybettirip karanlığı davet ettiği saatleri kollar ve ortamdakilerin “Nereden çıktı bu?” bakışları eşliğinde yerini alırdı. Bu kendini gösterme, ya iskelenin yanındaki büfenin deposunun altından kazarak açtığı –ki yerin altında tünel açmak ona göre çok kolay bir işti- deliği ya da kara kanalizasyonun şimdilerde kullanılmayan boşluğunu kendine yol edinmişti. Tombul gövdesiyle delikten bir kere içeriye girip kendini gösterirken çevresini süzer, her gün demlendiği arkadaşlarının arasındaki yabancıları kontrol ederek, kendine zarar gelmeyeceğini anladığında yanlarına gelirdi.

Yer altında yaşadığından mı, yoksa beraber sarhoşladıklarından mı bilinmez, demkeşler, aralarına katılan bu sevimli yaratığa sempati duyarlardı. Gecenin bir vaktinde, içilenlerin kanda hızla dolaşmaya başlamasıyla, sıra onunla yarenlik ve muhabbet etmeye geliyor, Kütük Restoran’ın asıl sahipleri onu nasıl anlıyorsa, o da onları öyle anlıyordu. Uzun sivri kuyruğu arka bacakları arasında, burnunu devamlı sıvazlayarak anlatılanları dikkatle dinler, bu arada önüne konulanları ayırt etmeksizin atıştırıp, sonra iç dünyasına dönerdi. Zararsızdı ve aşırı hiçbir hareketi yoktu.

İşte böylesi akşamların birinde, Kütük Restoran’ın değişmez elemanlarından Nakkaş, yalnız olmanın verdiği can sıkıntısıyla Faretin’i karşısına almış, eski denizcilik maceralarına girmenin ana başlığı olan “Sen beni gençliğimde denizci olarak görecektin” cümlesiyle başlayacağı anda, caddenin sahil kaldırımı tarafından sunturlu bir küfür duyuldu. Kısa bir süre sonra akasya ağaçlarının yanından paytak yürüyen biri gözüktü. Nakkaş başını yukarıya kaldırdığında, içtiği bir yığın sülfatlı şarabın gözlerine verdiği bulanıklık, Boğaz’ın karşı yakasının tepesinden çıkmış olan Ay’ın deniz üzerindeki aydınlığı ile birleşti. Karşısında sadece bir silüet görebiliyordu. Daha sonra küfrederek yaklaşmakta olan bu paytak yürüyüşün sahibinin Garip olduğunu anladı.

Nakkaş, senelerin alkolünün morarttığı ve katmerleştirdiği gözaltlarını, yumruğunun tersiyle oğuşturdu. Gözleri her zamanki gibi nemliydi. Bir kez daha yumruğunun tersi ile gözlerini silip oğuşturduktan sonra, sağ elinin işaret parmağını Garip’e uzatarak, “Hart ulan sana,” dedi.

“Hurt” olarak karşılık geldi.

Garip o gün yeni takım elbisesini giymiş, her gün eve sarhoş gelmesinden bıkıp evi terk eden karısını ‘Belki tekrar eve döndürürüm’ diye düşünerek, kalede oynanan tiyatroya götürmüştü. Oyuna gidene kadar zor dayanmış, eli, karşısında duran şişelere bir gidip bir gelmişti.

Hayatında daha önce bir kez dahi görmediği bu kalabalık ortamı sevmemişti. Orada harcayacağı sürede içki içmenin kendisi için daha önemli olduğunu bildiğinden, iki şişe şarabı, bekçisini tanıdığı kalenin tuvaletine zulalamıştı. Arada bir yerinden kalkıyor, ‘Ben bir su dökeyim’ diyerek tuvalete gidiyor, arkasından biri kovalıyormuşcasına şarabını yudumlayıp, karısının yanına döndüğünde, yaşamında hiçbir zaman alışamayacağı tiyatronun konusunu anlamaya çalışıyor, az sonra tekrar bu çabadan vazgeçip tuvaletin yolunu tutuyordu.

Tuvalete gitme bahaneleriyle yerinden kalkmalar, karısının ‘Bu herif, benim görmediğim süre içinde herhalde sistit olmuş!’ kuşkusuyla onu takip ederek şişesiyle basılmasına sebep olmuştu. Yeniden başlandığında öncekinden hiçbir farkı olmayacak birliktelik, arada çocuklar olmasına karşın çabuk bitmişti. Ona ne kadar zor ve sıkıcı gelse de, Garip’in toplum içine bir kadınla girmenin benliğine verdiği ferahlığa ve mutluluğa, hiçbir zaman vazgeçmeyeceği içme tutkusu galebe çalmıştı. Bundan ötürü canı anlayamayacağı bir biçimde çok sıkkındı. Evlendiğinden bu yana kendisine dayatılan: Ya içki, ya karısı idi… Ne güzel olurdu içkisiyle beraber karısının da yanında olması… O, ikisini de ne kadar çok seviyordu.

Garip, boş bir kütüğe oturarak sırtını büfenin deposuna yasladı. Yarım yamalak seyrettiği oyundan aklında kalanları dili döndüğünce anlatmaya koyuldu. Karısından ve olanlardan hiç söz açmadı. Nakkaşi Garip’e baktığında kendini gördüğünden susuyordu. O, durduk yere böyle giyinmez ve bu saate kadar çoktan Kütük Restoran’da yerini almış olurdu. İş yerine geç kalmıştı! Mesai kartları çoktan muhasebeye gitmişti! Nakkaş, Garip’in anlattıklarının hiç birini dinlemedi. Başını iki yana salladı ve gülümsemekle yetindi.

Kendinde bir eksiklik sezen Garip, muhasebeye gitmesi gerektiğini anladı! Büfeye koşar adımlarla gitti. Bir şişe şarap ve bir torba fındıkla geri döndü. Fındık torbasını dişleriyle yırtarak, içindekileri ceketinin cebine boşalttı. Ucuz şarabın plastik tapasını kemik saplı çakısıyla kesti ve şişenin ağzında kalan parçasını da parmağıyla içeri itti. Bir süre şişeyi kaldırıp içinde yüzenplastiği seyretti. Şişenin ağzını ceketinin eteği ile silerek bir iki yudum aldı. Ortama sessizlik hakimdi. Denizin üzerindeki aynalar, kendi çevrelerinde dönerek dans edip, artlarında parıltılar bırakarak bir yerlere akıp gidiyordu.

Garip’in aldığı şarap Nakkaş’ı heyecanlandırdı. Yarım kalan şişisini ona hissettirmeden bacaklarının arasına aldı. Ardından bol çöpçü ceketinin derin cebine soktu. Şişede kalan şarap ertesi günün mayasıydı. Nasıl eski çağlarda kadınlar gözyaşlarını ince belli narin şişelerde itinayla saklamışlarsa, Nakkaş da böyle durumlarda yarım kalan şarabını aynı hassasiyetle zulalardı. Belki yatmadan önce ondan bir iki yudum uyku ilacı niyetine alabilirdi. Başka bir ortak gırtlak masaya gelmeden yeni şişenin yarısını götürmeliydi. Bunları düşündüğünde gevrek gevrek güldü. Ne zordu enayinin malını yemek!..

Bu heyecan o an öylesine önemliydi ki, Faretin’in Kütük’deki varlığının unutulmasına neden olmuştu. Şaraba batırılmış ekmeksiz geçen süre ona çok uzun geldi. Üstelik karnı da açtı. Farettin varlığını belli etmek için sağa sola seğirtiyor, arka ayaklarının üzerinde kalkıyor ve burnunu ön ayaklarının arasına alarak, tiz sesler çıkartıyordu. Bu ilgi çekme hareketleri yuvasına giden deliğe girip çıkmalarla bie süre devam etti. Sonra geldi ve Garip’in ayaklarının arasında yerini aldı.

Garip, Nakkaş’ın aklından geçenleri çok iyi biliyordu. Ne de olsa senelerdir aynı kumpanyanın oyuncularıydılar! Ortada sadece bir şişe şarap bulunmasına karşın, içinden ‘Anlaşılan, Nakkaş beni yiyecek bu akşam’ diye düşündü.

Nakkaş’ın, “Etiket bana bakıyor, sıra bende” uyarısına yüzü asılmasına karşın, içki sırasına ve etiket yöneüne riayet kuralına her zaman sadık kaldığından, şişeyi istemsiz uzattı.

“Sadece iki gırtlak” dedi.

Nakkaş racona uydu ve elinin tersini yumruk mezesi yaptı. Sıra Garip’e geldiğinde, cebinden çıkarttığı fındıkları ağzına atarken bir ikisini de yere düşürdü. Farettin yere düşen fındıkları hemen kaptı ve yuttu. Sonra yeri koklayarak, başka fındık aradı ama bulamadı. Ahşap iskele binasının kenarına köpek oturuşu yapan Garip’in ceketini dışardan koklamaya başladı. Çıkarttığı ikinci tiz sesini de arkadaşlarına duyuramadı. İçkisiz ve yemeksiz kalmanın verdiği şaşkınlık ve sallapatilikle ne yaptıysa ilgi çekemedi. Masada, dolu bir şişe şarabın varlığı ve karşılıklı iki demkeşin ‘Nasıl olur da karşımdakinden daha fazla atarım?’ kollama ve kaygısının hakimiyeti vardı. Faretin, Garip’in ceketinin altına girdi. İçinde fındık olan cebin astarını tırtıklamaya başladı. Bu işte ustaydı. Hiç zorlanmadan ve hissettirmeden işine devam etti. Daha önceden önüne konan şaraplı ekmekleri nasıl rahat ve kaygısız yiyorsa, aynı şekilde rengi solmuş pötikareli ceketi de afiyetle kemirip yemeğe devam etti.

Şişenin saat yönünde ikinci tura geçmesi çok zaman almadı. Garip elini ceketinin cebine daldırdığında korkuyla ayağa fırladı. İçkiden morarmış yüzünün rengi beyaza çalmıştı. Çömeldiği yerden ayağa fırladığında, onunla aynı derecede korkup aşağı düşen Faretin’i gördüler. Sendeledi. Bağırış ve küfürlerin aşırılıklarından, yaptığı işin kötü bir şey olduğunu anladı. İçki arkadaşlarını o ana kadar böylesine sinirli görmediğinden ürktü ve korkarak deliğine kaçtı, ardından deliğin ağzına tekme darbeleri iniyordu.

Garip ceketini çıkartıp ters yüz ettiğinde Faretin’e sunturlu bir küfür salladı. Başka takım elbisesi yoktu. O an aklına, bir ay önce usülsüz kredi vermekle suçlanmayı hazmedemeyip intihar eden banka müdürü geldi. “Rahmetli” diye düşündü “ne kadar da temiz bakmış giysilerine.” Titreyen sesi boğazından zor çıktı.

“Onu her gün beslemedik mi? Şaraplamadık mı? Yaptığına bak. Cezalandırmak gerekli,” dediğinde, üzüntüsünden neredeyse ağlayacaktı.

Nakkaş, “Onu hart yapmak benim işim,” dedi ve sendeleyerek yerinden kalktı.

O, sığıntılığa ihanet etmiş, kuralları çiğnemişti. Cezasını çekecekti. Nakkaş burnunu cebinden çıkarttığı buruşuk bez parçasına sildikten sonra, denize tükürerek tahta perdenin arkasına işedi ve kulübeye doğru ağır adımlarla yürüdü.

Ertesi akşam Faretin delikten yeryüzüne çıkmadan, bir gün önce yaptığından ötürü arkadaşlarının öfkesinin artık geçmiş olması gerektiğini düşünüyordu. Onlarla dost, arkadaş değil miydi? Yolsuz geçen günlerinde şaraplarını, az paralı zamanlarında nane likörlerini onunla paylaşmamışlar mıydı? Kendisini unutmuşlar, o da payına düşeni almaya çalışmıştı. Bunda ne kötülük vardı ki?

Kafasını delikten dışarıya uzatıp, Nakkaş’ın her zamanki mor yüzünü gülümserken gördü. Yerde arka arkaya sıralanmış, şaraba batırılmış badem krakerler vardı. Dün geceyi anında unuttu. Arkadaşları onu gene düşünmüş, şaraplı yemeğini hazırlamışlardı. Bıyıklarını iki kolu arasında sıvazladığında, Nakkaş, hala kendisine bakıp gülümsemekteydi. Faretin, gövdesini kıpırdatarak, o gün kendisine sunulan nafakasına doğru hamle yaptı. Şaraplı krakerler mis gibi kokuyordu. Arkadaşlarına tanrısından duacı oldu.

Krakerlerinden bir kaçını midesine indirip mola verdiğinde, iskelenin tahta tabanının altına sıkışmış yabani mantarı gördü. O güne kadar sapından koparılmadığına hayret ettiği sırada, Nakkaş’ın postal tabanının yere basılı halinden çok daha büyük olduğunu farketti. Bir insan ayağı nasıl olur da bu kadar büyük olabilirdi? Şaraplı badem kokusunun yerine, deniz suyundan yer yer beyazlaşarak katılaşmış postalın sertleşmiş ekşimik tadını duydu. Gözlerini karşı kaldırımdaki lokantanın ışıklarına çevirdi. Işıklar çok uzaktaydı. Lokantada yiyip içen insanları düşünerek, Kütük’deki arkadaşlarıyla küçük bir karşılaştırma yaptı. İnsanların farklılığına bir anlam veremedi. Eskilerde, lokantaların birinden çıkıp, tuvaletini yapan bir kadını korkuttuğunu hatırladı. Kadının avaz avaz bağırmasıyla bütün insanlar nasıl da düşmüşlerdi peşine? Gülmeye çalıştı ama midesinden boğazına kadar gelen yanma buna izin vermedi. “Köpek öldürendendir” diye düşündü. Tombul bedenini tatlı bir sıcaklık sarı. Denizlerin kıyıya vuran dalga seslerini, martıların attıkları çığlıkları, insanların lokantalarda patlattıkları kahkahaları duyamaz olduğunda, her şeye sessizlik hakim oldu.

Karşı kaldırımdan geçen çift, caddenin kaldırım kenarıyla birleştiği yere itelenmiş iri bir farenin leşini didiklemeye çalışan bir kargayı gördüklerinde şaşırarak duraksadılar. Kara karga, yoldan geçen arabaları kolluyor, fareye bir-iki gaga atıyor, sonra, kaldırımdaki akasya ağacına uçup, bir tehlike olmadığını anladığında tekrar aşağıya süzülüp, işine yarım kaldığı yerden devam ediyordu.

Geçen çift, karganın akıllı davranışını bir süre seyrettikten sonra, yüzlerindeki gülümsemeyle yollarına devam ettiler.

Nakkaş, oturduğu kütüğün üzerinden ağır ağır doğruldu. Faretin’in yarım kalmış vücudunun daha yarım saat öncesinde yaşıyor olduğunu anımsayarak üzüldü ve içi burkuldu. Yaşam ile ölümün bu denli iç içeliğine, hayatı o kadar tanımasına ve bilmesine karşın şaşırdı. Morali bozulmuştu. Hırsını kulübedeki şaraptan çıkarmak için ağır ve isteksiz adımlarla yürümeye başladı.

 

(Nehirler Denize Kavuştuğunda)
Vecdi ÇIRACIOĞLU

 

Kaynakwww.siirakademisi.com

Hiç yorum yok

Yorum yapın