Turgut Uyar neden kanar? | İlk Nüsha
531
post-template-default,single,single-post,postid-531,single-format-standard,woocommerce-no-js,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_outside_paspartu,qode_grid_1200,side_area_uncovered_from_content,columns-4,qode-child-theme-ver-1.0.0,qode-theme-ver-17.0,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.5,vc_responsive

Turgut Uyar neden kanar?

Şiiriyle kendimize kabul ettiğimiz Turgut Uyar, Derviş Aydın Akkoç’un gerçekten büyük çabası -ve belki de cesaretiyle- dört çocuğunun tanıklığı ile başka patikalardan ve ormanlık sırtlardan bize dönüyor.

Elimizde bir Turgut Uyar kitabı tutuyoruz şimdi.

Israrla, şiiri dışında kendisini gizlemeye çalışan, “Benim hayatım kupkurudur, oradan şiirime ilişkin önemli ipuçları çıkaramazsınız,” diyen, denize sırtını döner gibi, ona doğrulan gözlere de sırtını dönmeyi tercih eden bir şairin, ısrarla geri çağrılmasının kitabı bu, aynı zamanda.

Yazma uğraşını biraz da hayattan ve zamandan düşmeme çabası olarak düşünürsek, ki Turgut Uyar şiiriyle bunu gerçekleştiriyor, okuru onu yaşadığı zamanın içinden, şimdi kendi anına durmadan geri almak istiyor. Çünkü bir yaz sabahı “Turgut Uyar’ın askerleriyiz”, “Turgut Uyar’ın dizeleriyiz” ile düşülen duvar yazılarının sahipleri “çoğunluktadır.”

Şiiriyle kendimize kabul ettiğimiz Turgut Uyar, Derviş Aydın Akkoç’un gerçekten büyük çabası -ve belki de cesaretiyle- dört çocuğunun tanıklığı ile başka patikalardan ve ormanlık sırtlardan bize dönüyor.

Uyar’ın babalık hallerini anlatan Turgut Uyar’ın Çocuklarıyız hakkında yazmak -en azından benim için- çok kolay değil. Çünkü hakkında çok güzel yazılar yazıldı; daha da yazılacak. Dahası Orhan Koçak’ın, kitabın başında, üstüne söylenecek tek kelime bırakmayan sunuş yazısı var. Belki de yapabileceğim tek şey baba Uyar ile ilgili anlatıların onu çok seven bir öykücüde bıraktığı birkaç kırık dökük anın peşine düşmek olur.

“Askeri okullarda hiç mutlu olamadım,” diyen Turgut Uyar, okulu bitirdikten sonra silahsız asker olarak çektiği kura ile gittiği Posof’ta dünyadan ödünç aldığı ağır bir yüke de sahip olur. Yokluğun, zorlu kavgaların ve mahremiyetin coğrafyasına yazılı bir halkın acısına, kendi acısı da katılır burada. Belki de bu kitap olmasa hiç öğrenemeyeceğimiz ilk büyük sızısı, Posof nüfusuna kayıtlı mıydı acaba? Çünkü Turgut Uyar’ın ikinci kızı Serap, daha birkaç aylıkken ağır ve ateşli seyreden bir hastalıktan hayatını kaybeder.

Kızı Şeyda Uyar Dikmen, babasının o hallerini şöyle anlatıyor: “Babam Serap’ın kaybına çok ama çok üzülmüş. Çok güzel olduğunu söylerdi hep. Ne zaman Serap’ı hatırlasa, inan bana derviş gözleri dolardı. Bir türlü unutamadığı acılarından biriydi bence Serap. (…) Serap’ın gömülmesiyle ilgili de konuşmuştu babam, iyi hatırlıyorum. O sırada Posof’talar ve kara kış her yanı kasıp kavuruyor. Babam asker, yanında da erler var. Serap’ı gömmüşler ve mezarında ateşler yakıp sabaha kadar beklemişler; kurtlar toprağı eşeleyip taze ölüyü çıkarmasın diye.”

Öpüp kokladığı bir ılıklığı donmuş toprağın izin verdiği derinliğe bırakan babanın en zorlu sınavı, Uyar’ı mutlaka başka yangılara da yaklaştırmış olmalı.

“Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan/ Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar,” dizelerinin acı gözlerinden birisi yaşatılamamış bir bebektir demeyeceğim, bunu bilmiyorum. Ama, “Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan/ Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar,” derken Uyar’ın bedeninden dökülen yorgunlukla beraber olanı bilme, olacağa yaklaşma hissi Serap bebekle birlikte bütün yitik Kürt çocuklarına ve yazıya çıkan bütün halkların çocuklarına ait olabilir. En azından biz bugün böyle hissediyoruz içimizde.

Hal böyleyken, Turgut Uyar’ın bazen açık, bazen de örtük halde politik olmamakla eleştirilmesi hadisesi var ayrıca. Neyse ki, Uyar bu sözlere itibar etmemiş ve yolunda yürümüş. Ama memleketi anlamak açısından yine de ibret verici.

Konuyla ilgili Uyar’ın ilk kızı Semiramis Uyar’ın söylediklerini döne döne okumak gerekli belki de: “Bu şiirinde [“Yokuşa Yol”] kestirip atmış, meseleye kendince nokta koymuş bence. Bir kavgaya tutuşmuş, ben öyle hissediyorum. Babam gündelik hayatında alelade bir meseleden ötürü çıkan bir kavgaya yahut tartışmaya girdiğinde, kazanamayacağı, dönüştüremeyeceği, herhangi bir etkide bulanamayacağını anladığı zaman ‘kes!’ yapardı, bitti manasında. ‘Kes’ diyerek benim düşüncem bu diyor, seninki ne olursa olsun, umurumda değil, çünkü uzlaşmayacak.”

Çocuklarının tanıklıklarını okurken, pek insan içine çıkmak istemeyen, evi seven, dışarıda olmaktan garip bir huzursuzluk çeken Uyar’ın ve iki ayrı Uyar ailesinin hayatına giren edebiyatçılar, sanatçılar bir resmigeçit gibi gözümüzün önünden geçip gidiyor.

Bilge Karasu’nun buradaki yeri çok özel görünüyor mesela. Karasu, hem Uyar’ın çok yakın dostu hem de ilk çocuklarının bir çeşit amcası, abisi gibi. Onların eğitimini düşünüyor, öneriler getiriyor, hatta ön alıyor. Fethi Naci de eve ailesiyle gelen öteki dostlarından birisi. Sık görüştüğü Ergin Günçe’nin talihsiz ölümü Uyar’ı çok üzüyor.

Hüseyin Cöntürk, Ece Ayhan, Edip Cansever, Erdal Öz, Muzaffer Erdost, Ahmet Oktay, İlhan Berk, Orhan Duru, Cevdet Kudret, İsa Çelik, Mario Levi okuduklarımdan sadece bir kısmı… Ben en çok Vüs’at Bener ve eşi Raziye Hanım’ın ziyaretlerini merak ettim. Acaba Vüs’at Abi ve Turgut Uyar karşılıklı bakışıp uzun uzun susmuşlar mıdır?

Uyar’da yeniden başlama isteği

Anlatılanları dinledikçe bazen insan Turgut Uyar’daki matematik hissinin boşuna olmadığını düşünüyor. Çoğunlukla küçük evlerde, üç küçük çocukla geçen bir hayatın ortasında, gürültünün ve geçim derdinin ortasında şiirin mecburi bir matematiği olmalı. Daha doğrusu matematiksel bir kesinlikle vazgeçilmezliği varmış onun için. Yoksa özellikle onun için kolay olmayan bir hayatın içinde bu kadar da olsa yol almak mümkün olmazmış herhalde.

“Garip bir yalnızlığın yanı sıra, kendine has korkunç bir mutsuzluğu da vardı. (…) Ürkekti, tıpkı sola bulaşmamakta olduğu gibi, başkalarının dünyasına da karışmamayım diye düşünürdü. (…) Orhan Koçak’a katılıyorum, dünyaya gelmiş olmak babam açısından başlı başına bir yara… Temelden gelen bir sıkıntısı vardı, ‘Sürekli benim ne işim var burada,’ diye düşünüyor olmalı; nitekim kendi kendini azar azar tüketmenin yollarını buldu,” diyor Uyar’ın oğlu Tunga Uyar.

Bu çözülüşe ve erken de olsa Turgut Uyar’ın masasını toplamasına rağmen, şairin içinden taşan yeniden başlama isteğini de görüyoruz.

Bulancak’ta yaşayan kızının yanında bir süre misafir kalan Uyar’a Karadeniz’in ve bozulmamış bir taşranın dokusu ne kadar da iyi gelir. İstanbul’a döndükten sonra kızını arar ve “Ben sizin orada yaşayabilir miyim acaba?” diye sorar. Mutlulukla üç ay sonrası için sözleşirler. Ama Uyar’ın bu dünyada sadece iki ayı kalmıştır.

Bu anlattıklarım kitabın bende kalan yanlarından sadece birkaçı. Orada -bilmek isteyen- için bir deniz var.

Son noktayı koymadan önce, kitabın bir kahramanının da Derviş Aydın Akkoç olduğunu yeniden hatırlatmak gerek sanırım. Onun çabaları ve bence güzel halleri olmasa ne Uyar’a böyle yaklaşmak ne de çocuklarının bu denli olmalarını beklemek mümkün olmazdı.

Ahmet Büke

Kaynak: www.sabitfikir.com

Hiç yorum yok

Yorum yapın