Fareler ve İnsanlar: Arkadaşlık mı yoksa çıkar ilişkisi mi? | İlk Nüsha
505
post-template-default,single,single-post,postid-505,single-format-standard,woocommerce-no-js,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,paspartu_enabled,paspartu_on_top_fixed,paspartu_on_bottom_fixed,vertical_menu_outside_paspartu,qode_grid_1200,side_area_uncovered_from_content,columns-4,qode-child-theme-ver-1.0.0,qode-theme-ver-17.0,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.5,vc_responsive

Fareler ve İnsanlar: Arkadaşlık mı yoksa çıkar ilişkisi mi?

“En iyi planları farelerin ve insanların/

Sıkça ters gider.”

Robert Burns – To a Mouse

Nobel edebiyat ödüllü John Steinbeck’in Büyük Bunalım yıllarını anlattığı bir novella olan Fareler ve İnsanlar, 1937 yılında yayımlanır. Eserde, Amerika’nın yaşadığı sarsıntılar ve değişimler verilirken aynı zamanda insan ruhuna da bir ayna tutulduğundan bahsedilebilir. Bu yıllarda iki gezgin çiftlik işçisinin yaşadıklarını anlatır Steinbeck: Georgie Milton ve Lennie Small, hem kendi ilişkileri hem de diğer çiftlik işçileriyle ilişkileri çerçevesinde anlatılır. Tamamen ruhsal çözümlemelere dayanan bir anlatım söz konusu değilse de Steinbeck, bize karakterlerin iç dünyasını vermenin bir yolunu bulmuş gibidir.

Fareler ve İnsanlar üzerine bugüne kadar pek çok inceleme yapılmış, yazılar yazılmış, eleştiriler getirilmiştir. Hatta bir dönem ülkemizde de yasaklanması söz konusu edilmiş, Meb’in 100 Temel Eser dizisinden çıkarılması düşünülmüştür. Neyse ki edebiyata hâlâ sahip çıkan birileri var, neyse ki hepimiz için hâlâ biraz olsun umut var…

Kitabın ele alındığı her yazıda/konuşmada, kitaptaki karakterlerin dostluğuna, birbirlerine bağlılıklarına dikkat çekilir. George, daha akıllı ve kurnaz; Lennie ise zekâ geriliği bulunan, bir çocuk masumiyetiyle sevme edimini gerçekleştiren, daha doğrusu gerçekleştirmek niyetinde olsa da bunu her zaman beceremeyen bir karakterdir. Fakat Lennie’nin asıl öne çıkan ve bence kurguya da temel teşkil eden özelliği bir hayli güçlü olması. George, Lennie’ye sahip çıkar, onu yalnız bırakmaz, çalıştıkları yerlerde başına belalar açsa da ona sahip çıkmaya devam eder; yolculukları böylece sürüp gider.

Arkadaşlık ve bağlılık mı yoksa bilinçaltında yer etmiş bir çıkarcılık mı?

Daha önce de belirttiğim gibi, kitabın incelemelerinde ve tanıtımlarında çoğunlukla dostluktan, bağlılıktan bahsedilir. Oysa alt metne baktığımızda, yoğun bir anlatımla verilmese de, anlamlandıramadığımız, hatta belki de konduramadığımız bir “çıkar meselesi”nden de bahsedilebilir bu arkadaşlıkta. George’un, başına bela açıp kendini işinden etse bile Lennie’yi yanından ayırmaması kurgu ilerledikçe düşündürmeye başlıyor okuru. Üstelik bir yerde George öyle kızıyor, öyle sözler sarf ediyor ki Lennie’ye, yapamayacağını içten içe bildiği hâlde sadece George mutlu olsun, rahat etsin diye uzaklara gitmeyi düşünüyor Lennie.

“Tanrım yalnız olsaydım ne kadar rahat bir hayatım olurdu benim. Bir iş bulur, başımı belaya sokmadan yaşar giderdim. Kafam rahat olurdu. Ayın sonu geldiğinde de elli papeli cebime indirdiğim gibi kasabaya gider canım ne isterse onu alırdım. Bütün bir geceyi genelevde bile geçirebilirdim. Canımın istediği yerde yemek yer, otele ya da başka bir yere karnımı doyurmaya gider, canım ne çekerse onu sipariş verirdim. İşte bütün bunları her ay yapabilirdim. Koca bir şişe viski alabilirdim ya da ne bileyim bir bilardo salonuna girip kâğıt oynardım, belki de bilardo oynardım. (…) Peki bütün bunlar yerine ne yapıyorum ben? Hiçbir şey, çünkü sen varsın benim yanımda.”(s.16)

George’un bu sözleri üzerine Lennie’nin, tepelere çıkıp orada bir mağarada yaşama fikrine bir yandan gülüyor bir yandan üzülüyoruz, tabii George’a duyulan büyük bir hınç eşliğinde. Öte yandan George’un her seferinde yumuşaması ve söylediklerine, kızdığına pişman olması da tuhaf gelmeye başlıyor. Evet, Lennie yardıma muhtaç ve her ne kadar başa bela açan, hayatı sıkıntıya sokan bir karakter olsa da George gibi sert, amansız bir adamın ona neden ısrarla bakıcılık yaptığını, neden Lennie’yi mutlu etmeye çalıştığını anlamlandıramıyoruz. Aşikar bir görünüm sergilemese de bunun bir yalnızlık korkusu olduğunu ve aslında Lennie’nin gücü kuvvetinin de ona bir güven verdiğini seziyoruz. Bir çıkar kokusu alıyoruz bir diğer deyişle.

George ile Lennie arasındaki ilişkinin görünen boyutundan biraz daha derinlere indiğimizde karşımıza çıkan bir “çıkar ilişkisi” var ve aslında karşılıklı yardımlaşma esasına dayalı sözlü bir antlaşma niteliğinde. Lennie, bunu tahayyül edecek ya da düşünebilecek kapasitede bir karakter olmasa da George’un onu azarlamalarına, itip kakmalarına rağmen onunla gelecek güzel günlerin hayaliyle.

Peki yazıldığı günden bu yana “arkadaşlık”, “merhamet”, “bağlılık” kavramlarıyla yan yana anılan metinde ne arıyor “çıkar”, bunların hepsi bir arada nasıl bulunabiliyor? Bu soruyla yüzleşmek de en az cevaplaması kadar zor. Oysa her seferinde, okurun kaçınılmaz yazgısıdır, kurmacaların büyülü dünyasından uzaklaştığımızda hayatın yüzümüze vuran sert gerçekliği ile karşı karşıya kalmak. Hayatın, insan ilişkilerinin, iş dünyasının hatta kurgularla, büyülü dünyalarla, farklı gerçeklikler ve kurmacalarla bir araya gelebildiğimiz edebiyat dünyasının varlığının da bu diyalekte dayandığını çabucak unutuyoruz. Neyse ki o kendini hatırlatmakta ısrarcı.

Kurgudan gerçek dünyaya arkadaşlık ve çıkar ilişkisi

Bugün edebiyat dünyasına baktığımızda birbirini kollayan, edebiyatı tekeli hâline getirip kendilerini otorite seçen ve bu hâkimiyeti çevresine de kabul ettiren sözümona “edebiyatçılar” ve mutualist bir yaklaşımla varlığını sürdüren sözümona dostlar olduğunu görüyoruz. Biri otoritesini sürdürür ve dostlarının da sorgusuzca kanıksamışlığıyla adını duyuruyor, varlığını kanıtlıyor; diğeri ise eserlerini okurlarına ulaşmayı kolaylaştırıyor. Bir tür kolaycılık esas olan, iki taraf için de. Çoğu zaman da haksız bir kazanım.

Edebiyat siteleri, blogları vb. var tabii bir de… Son birkaç yıldır adından oldukça söz ettiren ve herkesin ilgiyle takip ettiği bir blog var. Ben de hem blogu hem de sahibini yakından takip ediyor, böyle bir atılım için neler yapmam gerektiğini, bu işlerin nasıl yürüdüğünü anlamlandırmaya çalışıyorum. Daha doğrusu çalışıyordum. Geçenlerde bir yazıyla karşılaştım bu blogda. Bir kitap incelemesi adı altında öyle bir yazı girilmiş ki… Sanırsınız bir kitap özeti ödevi hazırlanmış. Fakat yazıdan önceki bilgilendirmeye baktığınızda blog sahibinin, yazarı çok sevdiğini ve arkadaş olduklarını okuyorsunuz kendi kaleminden. Ondan sonra şaşırmıyorsunuz artık bir şeye. Siz kaç kapıdan, siteden, blogdan, dergiden, oluşumdan geri döndüyseniz daha büyük çabalarla, birilerinin arkadaşı olmak da o kadar çok kapı açıyor. Bunu yapamadığınız için önce kendinize, sonra da bunu yaptıkları ve birbirlerini kullandıkları için o insanlara lanetler yağdırıyorsunuz. İkisi de hiçbir fayda sağlamıyor elbette.

Yalnızlar Mektebi’nin can damarlarından Avni ağabeyin her fırsatta dile getirdiği ve yakındığı, kendini de bu camiadan bunca uzak tutup bizimle can bulmaya çalışmasına sebep olan “jüri” meselesi ise oldukça iç karartıcı bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Jürilerde hep aynı isimlerin, aynı isimlerle ve aynı mantıkla, birilerine camianın kapısını aralarken –sanki kendilerininmişçesine- ötekilere yalnızca hayal kırıklığı armağan ediyor. Elbette her dosyanın nitelikli ve okurlarla buluşmasına imkân olmayacağı ve bu konuda zaten yeterince titiz davranılması gerektiği gibi her jüriye yakın duruşlarıyla anılan her yazarın da dosyasının bir okur için zaman kaybı olmayacağının garantisi yok. Öte yandan yıllardır her yerde karşımıza çıkmaktan usanmayan, gençlerle pek de hemhâl olma derdine girmeyen bunca ismin jürilikten, kurul olmaktan uzak durmaya meyletmeyeceğinin de garantisi yok ne yazık ki… Sözüm meclisten dışarı tabii, arada bir de olsa bu jürilerde, kurullarda saygı duyduğum, bana ve belki de pek çoğumuza “oh” dedirten isimlerle de karşılaşmıyor değiliz. Yine de önce koltuksevicilere, sonra da onlara sürekli prim veren ve sanki onlardan başka kimse yokmuş gibi bu çıkar yarışına önayak olanlara edebiyatın fosilleşmesine engel olmak ve bu duruma bir dur demek gerektiğini anlatmak, açıklamak gerektiği de ortada.

Edebiyat camiasında otorite olarak bilinen, daha doğrusu kendini böyle gösterip çevrenin de etkisiyle yerini sağlamlaştıran bu isimler, edebiyatı tekeline de alıyor. Gençlik hayallerimizde kendimizi sıklıkla bünyesinde gördüğümüz dergiler, gazeteler, topluluklar vb. gerçek hayatta bizi barındırmamaya yeminli gibi davranınca anlıyoruz ancak işin gerçekliğini. Kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmaya çalışan, üretmeye yeminli bizler için rüştünü ispat ettirebilecek her adımı atmak gerekliliği onlar için bir diş kovuğunu doldurmayacak lokmalar hâline geliyor ve birilerine kapı aralamak şöyle dursun, onların bir kapı arayışında olduklarından bile haberi olmuyor. Hâl böyle olunca birilerinin edebiyat dünyasına adım atabilmesi, varlığını göstermesi de zorlaşıyor; hatta bazen mümkün olmuyor. Onlar kendi yarattıkları dünyalarında varlıklarını temelden en tepeye kadar kazırken, bizler çoğu zaman maddi manevi zorluklarla debeleniyoruz.

İşin asıl umutsuz tarafı ise bu kapılardan dönen hatta bazen çalacak kapı bile bulamayan bizler de bir yerden sonra hayaller yerine sert gerçekleri yanımıza alıp devam ediyoruz yola. İşimize yarayacak insanlarla, oluşumlarla varlığımızı az da olsa okura gösteriyor, bir basamak görüyoruz bu küçük dünyaları. Cin olmadan adam çarpmaya bile çalışıyoruz. Gerekirse yalakalık bile yapıyor, ya esaslı otoritelerin anlamsız dünyasında bir anlam bulmaya çalışıyoruz ya da bu küçük camianın kendini otorite ya da söz sahibi görenlerine. Bizi ancak kullandıklarını anlamak çok da bir şey ifade etmiyor, biz de kendimizi bir yerden sonra bunu yapmaya ve ancak bu şekilde başarıya ulaşacağımıza inandırıyoruz. Kendi küçük dünyamızda başka oluşumlarla aşık atmaya çalışıyor, onların da bizim gibi nelerle mücadele ettiğini, ne bocalamalar yaşadıklarını unutup hırslarımıza yenik düşüyoruz. Sonrası… Sonrası kaos, sonrası yerinde sayma.

Bir yerden sonra işler gelişiyor, birkaç reklam, birkaç ünlü isim hatta bazen karşı çıktığımız “otorite”leri de kısa süreli ya da tek bir iş için bile olsa adımızın yanında ekleyerek yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Baktık olmuyor spekülatif yollar deniyoruz. Çirkinleşenlerimiz, adını yalnızca bir başkasına çirkef atmakla ya da onların yancılığını yapmakla duyuranlarımız da olmuyor değil. Bu şekilde kazanacakları zaferin, başarının bir balon olduğunun farkına bile varmıyorlar, varamayacaklar da üstelik.

Tabii bu süre zarfında ise yalnızlığımızı anlıyoruz esasen. 3-5 kişi koşturuyor, nefes tüketiyor, yollar tepiyor, meramını anlatmaya çalışıyor… İyi işler de çıkıyor, çıkmıyor değil. Fakat köşesinde durup izleyen, bazen bir kelime söylemekten bile aciz insanlar da bunun ekmeğini yemeye başlıyor. Biz fark etmiyoruz elbette, iyimser yaklaşıyor, ileride suistimal edilecek toleranslarımızla umut bağlıyoruz her bir yol arkadaşımıza. Yalnızca varlığımızı duyurmaya, “biz de varız” demeye, birilerinin bizi duymasına çabalıyoruz. Sonra fark ediyoruz ki birileri ter atarken diğerleri ancak ziyafet çekiyor masalarda ve bizi izliyor. Derken bir bakıyoruz ki birbirimize dert yanmaya başlıyoruz: “Bu adamlar boşuna bu hâle gelmemiş, baksana.” Kim ne kadar haklı, kim ne kadar masum, kim ne kadar cani; bildiklerimizi unutup yeni gerçeklikler yaratıyoruz.

Çıkar arkadaşlığı bağlamında Fareler ve İnsanlar

Elbette Fareler ve İnsanlar’ı ve George ile Lennie’yi bu kadar acımasız bir şekilde göremeyiz, gösteremeyiz. Ya da bugünkü edebiyat camiasının iktidar/koltuk sevdalılarının yanında oldukça masum bir ilişki de söz konusu. George da Lennie de ve hatta daha sonra bu plana dâhil olan Candy de bir hayalin peşinde:

“Günün birinde parayı denkleştirip küçük bir ev satın alacağız, birkaç dönüm toprağımız olacak, bir ineğimiz, birkaç domuzumuz ve…”

(….)

“Büyük bir sebze bahçemiz, bir kümes dolusu tavşanımız ve bir de tavuklarımız olacak tabii. Kışım yağmur yağdığında boş ver işi gücü deyip sobanın içini iyice doldurup kibriti çakacağız, sonra da sobanın yanına oturup sıcacık evimizde çatıya damlayan yağmuru dinleyeceğiz.” (s.20-21)

Kendi toprakları, kendi hayvanları ve yalnızca kendi keyiflerine göre iş yapacakları bir dünya kurmak peşindeler. Bunun ne kadar zor olduğunu biliyorlarsa da hayal kurmanın onlara güç verdiği ve tutundukları tek dalın da bu olduğu hemen her konuşmalarında, tavırlarında kendini belli ediyor.

Fakat metni okudukça iki tarafın da –Lennie’nin güdüsel bir şefkat ve sevilme ihtiyacı duymasını göz ardı etmemek gerek- kendince masum, istemsiz de olsa, tek amaçları bu çıkar olmasa da bilinçaltında sezdikleri bir çıkar olabileceği ihtimali de yok değil. Öyle ki çiftlikte kalabilmek, başına bir bela açılmadan parasını kazanmaya devam etmek niyetinde olan George, diğer çiftlik işçilerinin kendisine de zarar vermesinden korktuğu için, belki biraz da Lennie’yi de bu belirsiz sancılardan kurtarmak için, kendi elleriyle öldürüyor Lennie’yi. Çok dramatik bir metnin altında yatan bencilliği fark ettirmeden üstelik…

Fareler ve İnsanlar’ı okuyun. Her türlü alt metne rağmen varlığını kanıtlamaya çalışan arkadaşlığın, bağlılığın ve merhametin kurgusal düzlemdeki en gerçekçi anlatımıyla bir araya gelin. Gerçek dünyada izdüşümlerine rastlayabileceğiniz pek çok olguyu ve olayı bir de George ve Lennie üzerinden değerlendirin. Ve en önemlisi, her şeyden öte, arkadaşlıklarınıza, arkadaşlarınıza sahip çıkın; en masum, en çıkarsız olanlarına elbette… İyi okumalar.

Merve Akıncı Almaz

Kaynak: www.yalnizlarmektebi.com

Hiç yorum yok

Yorum yapın